|
KAZIM KOYUNCU
(..... Muzige çocukken, ortaokul birinci sınıfta, Mandolin çalarak başladım. Sonra biraz gitara merak sardım. İstanbul'da universiteye geldikten sonra muzikle yoğun olarak ugraşmaya başladım. Profesyonel olarak 1992 yılından buyana muzikle ugraşıyorum. İlk muzik grubunu 92'de kurduk. "Dinmeyen" isminde Türkçe muzik yapan politik bir gruptu bu. ( 96'da "Sisler Bulvarı" adlı bir albüm yaptıktan sonra grubumuz dağıldı.) Dinmeyen'i kurduktan hemen sonra 93 yılında "Zuğasi Berepe (Denizin Çocukları)" isimli yeni bir grup kurduk. Yani hem "Dinmeyen" devam ederken hem de bu grup devam etti. "Zuğasi Berepe" ile 95'de "Va Mişkunan" (Bilmiyoruz), 98'de "İgsaz" (Gidiyor) isimli albumleri yaptık. Sonra 98'in sonunda "Zuğasi Berepe" de dağıldı. Ben o tarihten itibaren tek başıma muzik yapmaya devam ettim. "Salkım Söğüt" isimli bir proje vardı. Şuana kadar 4 tane çıktı. "Salkım Söğüt" projelerinin ikincisinde, 3 şarkıyla yer aldım. Ondan sonra 2001 yılında ilk solo albümüm "Viya"yı çıkardım......) - ( .... Bu arada; hiç başımızdan eksik olmayan gökyüzüne, günün karanlık saatlerine, ara sıra kopsa da fırtınalara, bir gün boğulacağımız denizlere, eski günlere, neler olacağını bilmesek de geleceğe, kötülüklerle dolu olsa bile tarihe, tarihin akışını düze çıkarmaya çalışan tüm güzel yüzlü çocuklara, Donkişotlar 'a, ateş hırsızlarına, Ernesto "Ç´e" Guevara'ya, yollara-yolculuklara, sevgililere, sevişmelere, sadece düşleyebildiğimiz olamamazlıklara, üşürken ısınmalara, her şeyden sıcak annelere, babalara ve tadını bütün bunlardan alan şarkılara kendi sıcaklığımızı gönderiyoruz. Kötü şeyler gördük. Savaşlar, katliamlar, ölen-öldürülen çocuklar gördük. Kendi dilini, kendi kültürünü, kendisini kaybeden insanlar, topluluklar gördük. Yanan köyler, kentler, ormanlar, hayvanlar gördük. Yoksul insanlar, ağlayan anneler, babalar, her gün bile bile sokaklarda ölüme koşan tinerci çocuklar gördük. Biz de öldük. Ama her şeye rağmen bu yeryüzünde şarkılar söyledik. Teşekkürler dünya. ...)

1972 yılında Hopa' da doğdu. 1989'da üniversite için İstanbul'a geldi, İstanbul Üniversitesi. S.B.F.'yi terk etti. 1992'de Dinmeyen adlı müzik grubunu Ali Elver'le kurdu. Grup 1996 yılında 'Sisler Bulvarı'albümünü çıkardı ve dağıldı. 1993 yılında Mehmedali Barış Beşli ile birlikte Türkiye'nin ve Dünyanın ilk ve tek Lazca rock müzik yapan grubunu kurdu. Grup 1995'te Va Mişkunan, 1998'de İgzas, yine 1998'de Bruksel Live Konser Albümü (çoğaltılmamak üzere s 130 adet basıldı) ve bir kısmı Avrupa'da olmak 200'ü aşkın konser ile dinleyici karşısına çıktı. Grup 1999'da dağıldı. 2000 yılında yayın 'Salkım Söğüt 2' projesinde 3 şarkıyla yer aldı. Sanatçı 2003 yılında Viya ve 2004 yılında çıkardığı Hayde albümleriyle sevenlerinin gönlünde taht kurdu.
1972 - Hopa'da doğdu. İlk, orta ve lise öğrenimini Hopa'da tamamladı.
1989 - İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesine girdi.
1990 - Çağdaş Sanat Atölyesinde çalışmaya başladı.
1991 - Ali Elver ile birlikte Dinmeyen müzik topluluğunu kurdu. Aynı yıl Çağdaş Oyuncuların sahneye koyduğu ''Faşizmin korku ve sefaleti'' adlı oyunun müziklerini yaptı.
1993 - Mehmedali Barış Beşli ile Dünyanın ilk ve tek Laz rock toplulugu ''Zuğaşi Berepe''yi kurdu.
1995 - Zuğaşi Berepe ''Va mişk´unan''
1996 - Dinmeyen ''Sisler Bulvarı''
1998 - Zuğaşi Berepe ''Brüxel Live'' ve ''İgzas''
2000 - ''Salkım Söğüt 2'' adlı ortak çalışma
2001 - İlk solo albüm ''Viya''
2002 - Gülbeyaz dizi müzikleri
2003 - Kemal Sahir Gürel ile birlikte ''Sultan Makamı'' dizi müzikleri
2004 - İkinci solo albüm ''Hayde''
EZMOCENİ
M3AXEDENİ?
25
Haziran 2005. İnsanlığın kötülüğe
karşı mücadelesinin kara günlerinden biri oldu.
Sesiyle, duruşuyla, kötülüğün dünyamızı
ele geçirmesinin önündeki engellerden biri olan Kazım
Koyuncu’nun kalbi o gün durdu. Acının birçok yüzünü
tanıyan bizler onun kalbinin durmasıyla acının
henüz tanımadığımız bir yüzüyle tanıştık.
Hayatımızı güzelleştiren, yaşamın
saldırılarına karşı bize direnme
gücü veren Kazım’ımız bizi çok fakir, çok zayıf,
onu çok özleyecek insanlar olarak bıraktı ardında.
Kazım
Koyuncu’nun bu dünyadan göç etmesi hayatın bir komplosu
bize. Dünya üzerinde hüküm süren kötülüğün, hayatlarımızı
kontrol eden bu sistemin yeraltı ve yerüstündeki zebanilerinin
o korkunç suratlarını bize göstermesi. Dünyadaki
ışığın ve aydınlığın
azalması…
Kazım
Koyuncu zor, güzel ve onurlu bir hayat yaşadı. Dünyadaki
cennetin bir parçası olan Ôanöol’da geçen
çocukluğu bize onun çok yönlü kişiliğinin ipuçlarını
verir. O coğrafya, o kültür Kazım Koyuncu’yu insanlığın
kültürel mirasına ve bize kazandıran temeldir. Hak
ve adalet duygusu kültürümüzün bir parçasıdır ve
Kazım Koyuncu da bu duyguyla beslenmiştir o coğrafyada.
Bütün hayatı gibi çocukluğu da zor ve güzel bir
çocukluktur Üaüi’nin. Ôanöol’da
hayat serttir. Vahşi bir doğa ile iç içe bir yaşam
hüküm sürer. Üaüi’nin direniş ruhunu bu
coğrafya kadar babaannesi
Zera Nandidi de etkilemiştir. Zera Nandidi genç yaşta
dul kalmış ve onca zorluğa rağmen çocuklarını
yetiştirmiştir. Üaüi hayatla mücadeleyi
erken tanır. Ve birçoğumuzdan önce de mahpusluk
kavramını, siyasi mücadeleyi öğrenir. 1980
darbesinde babası gözaltına alınır. Bir
tek babasını gözaltısıyla kalmaz gözaltılar,
köy okulunun evli bir çiftten oluşan öğretmenleri
de gözaltılardan nasiplerini alırlar. Gözaltındaki
eşi ziyaret için Üaüi’nin yardımı
alınır, elinden tutulur, o küçük ellerden -ki
o eller kadim bir kültür için ne büyük şanstır-
destek alınır ve birlikte karakola gidilir.
Kazım
sıradışı bir şekilde ilk üniversite
sınavına girişinde İstanbul Üniversitesi
Siyasal Bilgiler Fakültesi’ni kazanır. Onun zekasının
ve yeteneğinin tipik göstergelerinden biridir bu başarı.
Üniversite yılları hepimiz için olduğu gibi
onun için de hayatı algılamak ve onun karşısında
netleşmeyi getirmiştir. Müzik artık vazgeçilmez
bir yaşam kaynağıdır onun için. Devrimci
mücadele ise onun kendi ifadesiyle “tarihin akışını
düze çıkarmaya çalışmak”, “savaşlar, katliamlar,
ölen-öldürülen çocuklar, kendi dilini, kendi kültürünü, kendisini
kaybeden insanlar, topluluklar, yanan köyler, kentler, ormanlar,
hayvanlar, yoksul insanlar, ağlayan anneler, babalar,
her gün bile bile sokaklarda ölüme koşan tinerci çocuklar”
görmemek için, insanlaşmak için üzerinde yürünmesi gereken
uzun bir yoldur. Çocuk yaşında tanıştığı
mahpushane, dört ay misafir edecektir onu İstanbul’da.
Ama ne gözaltında gördüğü işkence ne de dört
aylık mahpusluk durdurur onu insanlığın
aydınlığa olan yürüyüşünde.
Dina
gerçek anlamda bir direnişçiydi. O direnmeyi Zera Nandidi’den,
Ôanöol’un coğrafyasından öğrenmişti.
Hayatın
ona çizdiği yolu o hiçbir zaman kabul etmedi. O hep kendi
yolunu çizdi. Bunu yaparken de hiçbir şeyden korkmadı.
Kendine olan inancı ve yüksek güveni onu korkusuz kılıyordu.
Dina’nın
Zuğaşi Berepe’li yılları çok öğreticiydi.
Sadece öğretici değil şüphesiz. Zor, sıkıntılı,
güzel ve direngen yıllardı. İmkansızlıkların
yoğun ama yaratıcılığın da eksik
olmadığı yıllardı. Zuğaşi
Berepe çaresizliğin kendini dayattığı
zamanlarda dahi her zaman bir çıkışın
var olduğunu öğretmişti. Şüphesiz Dina’nın
bir tek müzikal düzlemde değil, hayatın örgütlenişine
ilişkin yaratıcılığının
katkısı çıkış yolunu bulmayı
mümkün kılıyordu. “Bruxel Live” albümü Dina’nın
hayatın örgütlenişine ilişkin yaratıcılığının
somut bir örneğidir. Grubun üçüncü albümü “İgzas”
için finansa ihtiyaç vardır. Grup ne yapacağımızı
bilemez vaziyettedir. Durum çıkışsız gözüküyordur.
Dina, Med TV’de canlı olarak verilen konser kaydını
disk olarak çoğaltıp, dağıtmayı önerir.
Yıl 1997’dir ve o zamanlar disk kopyalamak şimdiki
kadar kolay bir iş değildir. Ama Zuğaşi
Berepe işin zorluğundan yılmaz. Arkadaşlarının
da desteğiyle albüm kapağından tutun da yüzotuz
adet diskin tek tek bilgisayarda kopyalanmasına kadar
“Bruxel Live”in herşeyini grup yapar. Kopyalanan CD’ler
bilgisayardan sıcak sıcak çıkıyordur,
Dina ve diğerleri ise fırından sıcak ekmek
alan çocuklar gibi seviniyordur… İşte Zuğaşi
Berepe’nin bu sıradışı konser albümü Dina’nın
yaratıcı zekasının ürünüdür.
1990’lı
yılların polisiye açıdan sıkıntılı
yıllarında olası bir ihtiyaç durumunda önceden
belirlenmiş buluşma yerleri tespit edilmişti
Dina ve arkadaşları tarafından. Bunlar Beşiktaş
vapur iskelesi, Kanarya tren istasyonu, Taksim Gezi Parkı
gibi mekanlardı. Ona ihtiyaç duyduğunuzda sizin
için özel bir mekanı ziyaret edin, kim bilir o bunu hissedip
sizinle orada buluşabilir.
Gerek
biz Lazlar, gerek Karadenizliler, gerekse Türkiye ve Kafkasya
halkları için Kazım Koyuncu’nun o büyülü sesinden
yeni şarkılar duyamayacak olmak anlatılmaz
bir derttir. Bu dert onu İstanbul’dan Hopa’ya yolcu ederken
Açık Hava Tiyatrosu’nda düzenlenen törende şimdiye
kadar hiç paylaşılmamış bir şekilde
paylaşılmıştır. Törende onun anadili
olan Lazcanın yanı sıra Kürtçe ve Gürcüce de
konuşmalar yapılmıştır ki bu böyle
bir törende ilk kez yaşanmaktadır. Kazım Koyuncu’nun
karizmatik kişiliği, onun dünya denen yerküreye
ve insanlığa olan sevgisi, Türkiyelilerin ve hatta
Kafkasyalıların ortak bir acıyla bir araya
gelip kendi anadillerinde acılarını, sevgilerini
ve ona olan saygılarını dile getirmelerinin
zeminini yaratmıştır. Türkiye’de müziğinin
dili esas itibariyle Lazca olan bir sanatçının kitleler
tarafından böylesine sevilmesi ve sahip çıkılması
güzel bir dünyaya olan inancı güçlendirmiş, başka
bir dünyanın hala mümkün olduğunu düşündürmüştür.
Kazım
Koyuncu’nun bu dünyadan göçü bir son değil, bir başlangıçtır.
Onun bedenini sonsuza dek saklayacak olan Hopa ve halkı
bu sorumluluğa yakışır, ona yakışır
bir kent ve halk olmak zorundadır. Onun yokluğuyla
İstanbul ne kadar fakirleşmişse, biz ne kadar
fakirleşmişsek Hopa ve Hopalılar o kadar zenginleşmiştir.
Ôanöol, bağrında kimi saklamaktasın,
unutma!
Bizlerin
Lazların, Karadenizlilerin, Türkiyelilerin, Kafkasyalıların,
onun anısını ve sevgisini içinden eksik etmeyecek
olanların görevi ise onun adını ve mücadelesini
sonsuza dek yaşatmaktır.
Kazım
Koyuncu ölümsüzleşerek, adına şarkılar
söylediği Ernesto Che Guevara’nın Latin Amerika
dağlarında ulaştığı azizlik
mertebesine Türkiyeli halkların kalbinde ulaşmıştır.
O artık bizim doğal önderimizdir. Onun yaşamını
ve mücadelesini bilmek ve anlamak bize yol gösterecektir.
Onun hayata ve müziğe ilişkin yapmak istediklerini
yerine getirmek artık bizim, özellikle de genç kuşakların
görevidir. Göğsünde Kazım’ın bedenini saklayan
Hopa artık kutlu bir kenttir. Onun nefes alırken
çevresine verdiği ışık sönmeyecek, onun
ışığı ve anısı hep yanımızda
olacak, bize sonsuza dek güç verecektir.
“Cuma
Si
dixo-3unate incir huy Ôanöoliskani
Berobaskanişi
germaşi, abjaşi guri
Na
domoriney zuğa öeşuy si
Si
dixo-wunate incir dixaskani mara
Çkin
uskanelobaşi wunate kodopskidit
Zuğaşi
bere,
Mozoci
uğurelobaşa!”
Lazuri.Com |