Uyari: Bu sayfada Lazca sözcükler için "Alboni Font"(yazı karakteri) kullanılmıştır.
"Windows \ Fonts" dizininde Alboni Font olmayanlar karakterleri yanlış görecektir. Bunun olmaması için
Windows\Fonts dizinine
[Alboni Font'u buradan yükleyebilirsiniz].
Ayrıntılı bilgi için Lazuri Font ya da LazuriPC sayfamızı okuyunuz. |
Mjora
panel dizisinin konuğu olan Prof. Dr. İbrahim Ö. Kaboğlu*:
“Türkiye'de
öncelikli hedef fikri blokajın kaldırılması olmalıdır!”
İSTANBUL
– Süani Mjora panel dizisinin sekizinci buluşmasında konuşan Marmara Üniversitesi
Hukuk Fakültesi Anayasa Hukuku ana bilim dalı başkanı Prof. Dr.
İbrahim Ö. Kaboğlu, “ Biz dili kültürel zenginlik değil,
bölücü bir imge olarak algılıyoruz. Oysa Avrupa'da insanlığın ortak
varlığı ve korunması gereken bir değer olarak ele alınıyor. ”
dedi. “Türkiye'de kültürel haklar (İnsan hakları ve
demokrasi bağlamında) ” başlığı altında sunulan Süani Mjora paneline
yoğun ilgi gösteren dinleyiciler, Tarih ve Toplum Bilimleri Enstitüsü'nün
konferans salonuna sığmadı.
Kültürel
miras zengini fakirler
Konuşmasına
kültürel hakların tanımıyla başlayan Prof. Dr. İbrahim Ö. Kaboğlu,
“ İnsan hakları genel kavramı içerisinde özel bir yere
sahip olan kültürel haklar, uluslararası hukukta da biraz fakir
kalmaktadır. Biz, devraldığımız miras bakımından oldukça zengin,
fakat Osmanlı'da özellikle dinsel nedenlerle uygulanan baskılar
yüzünden kültürel haklar yönünden fakir bir ülkeyiz. ”
derken Türkiye'de anadiller konusunda çalışmaların yeni yeni başladığını
belirterek, sanat özgürlüğü alanında hazırlanmış doktora tezinin
bile olmadığından yakındı.
Gölgesinden
korkan bir toplum
Kültürel
hakların insanla özdeş ele alındığını, oysa insanla doğa arasındaki
ilişkilerin önemli olduğunu söyleyen Kaboğlu, “ Türkiye,
kültürel haklar belgesini AB'nin zoruyla ancak 2003 yılında imzaladı
ama henüz tanımıyor, uygulamaya koymuyoruz. Avrupa Ulusal Azınlıkların
Korunmasına Dair Sözleşme'den toprak bütünlüğümüzü zedeler diye
korkuyoruz, fakat bugün mesafeli durduğumuz belgeler, ileride Avrupa
tarafından dayatılacak. ” dedi. Bizim Anayasamızın
dilleri yasaklamak bakımından dünyada bir ilk olduğunu belirten
Kaboğlu , sözlerini “ 1961 Anayasası'nda
“Resmi dil Türkçedir” ibaresi 1982 Anayasası'nda “Dili Türkçedir”e
dönüşmüştür. Halbuki devletin dili olmaz, resmi dili olur. 2003'de
gerçekleştirilen birtakım düzenlemelerde de “Türkçe dışında konuşulan
mahalli dil ve lehçeler”den bahsediyor. Anadili demekten bile korkuyoruz.
Aslında biz gölgesinden bile korkan bir toplumuz. ” şeklinde
sürdürdü.
Türkiye'nin
yine de 2001 yılından bu yana yasalarda ve uluslararası belgelerde
bazı olumlu adımlarla iyileştirmeler serisinde yer aldığını söyleyen
Prof. Kaboğlu, “ Hak ve özgürlüklerin gelişimi ve mücadele
birçok gel-gitleri barındırır. Mesela kurs açıyorsunuz. Kimse
size yardım etmiyor ama özel ve özgür denetimler yoluyla da -kılık
kıyafet zorunluluğu gibi- artı sınırlamalar ve engellemeler getirilebiliyor.
” dedi.
Orta
Asya Anadolu'yu bütünüyle karşılamaz
Konuşmasını
“ Dil konusu bizde büyük bir yaradır ” şeklinde sürdüren
ve TRT 'nin Lazca yayına yer vermemesine değinen Kaboğlu, “ TRT
kendiliğinden şu dillerde, şu kadar süreyle yayın yapılır diyor.
Bunu neye göre belirliyor ve bu yetkiyi kimden alıyor? Herhalde
şöyle düşündüler: Bir otokton halka verelim, bir de göçmene. Mantık
bu ama TRT 'nin görevi halkı aydınlatmak, bizim görevimiz de TRT
'yi bilgilendirmek ” derken dilin kültürel haklar sıralamasında
dinden ve kültürel kökenden önce geldiğini söyledi. Dil boyutunda
kişi ve yer adlarının önemli olduğuna işaret eden Kaboğlu, “ Bu
iki örnek şu açıdan önemli. Kişi adları kişisel özgürlük ve aidiyet
açısından doğal bir hak ama bunun yanında yer, bitki, yöre adları
da en az onun kadar önemli. İnsan-doğa ilişkisi bu bağlamda öne
çıkıyor. Bugün Anadolu'da yetişen bitkilerin kaçta kaçı Orta Asya'da
yetişiyor? Orta Asya'nın Anadolu'yu karşılamaması doğaldır ”
dedi.
Kültürel
soykırım
Yer
adları konusuna değinirken 2005 yılında UNESCO tarafından dünya
kültürel mirası sınıflamasına alınan Artvin'e bağlı Maçahel vadisini
örnek gösteren Kaboğlu, “ Maçahel'deki sosyal ve kültürel unsurları
bir yandan zenginlik olarak kabul ederken diğer yandan bu adlar
Türkçe değil diye değiştirmeye kalkıyorsanız bölgenin kültürüyle
oynamış olursunuz. Burayı insanlığın kültürel mal varlığının dışına
atarak da kültürel soykırım uyguluyorsunuz demektir. ”
Bazı
grupların kendilerini asli kurucu ilan etmeleri ile ilgili bir soru
üzerine; “ Asli kurucu olma talebi insan hakları söylemiyle
bağdaşmıyor. Siz şimdi Maçahel'i asli kurucu olarak saymayacak mısınız
” dedi. Kültürel
hiyerarşi yoktur
Milli
değerin yerel, ülke kapsamı ve ülke sınırlarını aşan üç boyuttan
oluştuğunu ve tek dile ya da soya indirgenemeyeceğini söyleyen Kaboğlu,
Anadolu uygarlığının da birçok farklı dilin yan yana ya da üst üste
mevcudiyetiyle ortaya çıktığını söyledi. Yerelle milli olanın da
ayrılmasının çok kolay olmayacağını söyleyen Kaboğlu, bir yandan
“ Diyarbakır ya da İstanbul'daki surlar yerel bir değer
midir, milli mi, yoksa dünya mirası mı? ” diye sorarken
diğer yandan kendinden hareketle “ Ben Artvinliyim,
İstanbul'da yaşıyorum, adım İbrahim. Doğduğum ve yaşadığım yerin
adı Türkçe değil. İsmim de bütünüyle Türkçe değil. Benimle birlikte
kaçınızın yaşadığı yerin ismi Türkçe? ” diye sordu
ve “ Biz hepimiz soy bilinciyle büyüdük. Şamar oğlanı
diye bir deyim vardır. Burada o öyle, bu böyle diye dışlıyorsunuz,
ama Avrupa'da da siz dışlanıyorsunuz. Kültürel hiyerarşi yoktur.
Bir kültürün diğerinden önde ya da üstün olması söz konusu olamaz
” şeklinde konuştu.
Kültürel
hakların ayrılma noktası
Kültürel
hakların genel hakların yanında artı bir hak olduğunu ve azınlık
haklarının kültürel haklardan siyasal haklar noktasında ayrıldığını
söyleyen Kaboğlu, birinci bölümü “ Tek kültürlülük çağı
geride kalmıştır. Bir dönem yaygın olan çok kültürlülük tanımı kulağa
hoş geliyor, ama birinin diğerine üstünlük getirmesi söz konusu
olabilir. Bu durumda en doğru ifade “kültürel etkileşim çağı”dır
ki bu da fikir özgürlüğü ile siyasal örgütlenmede çeşitlilik, siyasal
kararda teklik şeklinde olur. Göç olgusu bir yandan kültürel erozyon
yaratırken diğer yandan kültürel etkileşimi beraberinde getiriyor.
Bu da bir zenginlik yaratıyor olumlu anlamda. Bizim öncelikli hedefimiz
Türkiye'deki fikri blokajı kaldırmak için eşitlik ilkesini yaymaya
yönelik çabaları sürdürmektir ” sözleriyle bitirdi.
Süani Mjora'dan plaket
Prof.
Dr. İbrahim Özden Kaboğlu, panelin ikinci bölümünde dinleyicilerden
gelen soruları tek tek yanıtladı. İsmail Avcı'nın “ 1990'lı
yıllardan bu yana yapılan çalışmalar somut bir durum yaratıyor mu,
bu haklardan geri dönüş olur mu? ” şeklindeki sorusuna “ Bu
gelinen noktayla ilgilidir ” şeklinde karşılık veren Kaboğlu,
“ Her an geri dalga mümkündür, ancak geriye gidişi kabul etmemek
gerekir. Fikri blokaj aşılmadığı sürece Türkiye'de bu tür dalgalar
olur ” dedi.
Prof.
Kaboğlu'na konuşmaların sonunda Mjora panel dizisine katkısından
dolayı panelin düzenleyici ekibi “ Süani Mjora”
adına Av. Mehmedali Barış Beşli tarafından bir teşekkür plaketi
sunuldu. Onbeş günlük periyotlarla aralıksız sürdürülen Süani Mjora
Panel Dizisi bu yılın Ocak ayında başlamıştı.
*İbrahim
Ö. Kaboğlu:
Prof.
Dr. İbrahim Özden Kaboğlu, 1950 yılında Artvin - Borçka'da doğdu.
Bursa Atatürk Lisesi'nin ardından 1974'te Ankara Hukuk Fakültesi'ni
bitirdi. Bir süre İçişleri Bakanlığı'nda görev yaptı. 1978'de Ankara
İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi'nde Anayasa Hukuku asistanı
olarak akademik hayata katıldı. Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nde
başladığı doktorasını 1981'de Fransa'da tamamladı. AİTİA Bolu Sevk
ve İdarecilik Yüksek Okulu'nda (Gazi Üniversitesi İdari Bilimler
Yüksek Okulu) Anayasa ve İdare Hukuku okuttu. 1983 – 1990 yılları
arasında Dicle Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nde görev yapan Prof.
Kaboğlu, 1990 yılında Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ne atandı.
Halen bu fakültede Anayasa Hukuku ana bilim dalı başkanı olarak
görev yapan Kaboğlu, Fransa'da farklı üniversitelerde “Professeur
invite” unvanıyla ders vermektedir. Anayasa ve insan hakları
konusunda yayınlanmış birçok eseri bulunan Kaboğlu'nun Kemal Akkurt'la
birlikte hazırladığı son çalışması “İnsan Hakları Danışma
Kurulu Raporları” adını taşıyor.
Lazuri.Com |