FORUM KONUK DEFTERI MOVIE FLASH KLIPLER Lazca Dil Kursu Lazcayı yoketmenin dayanılmazlığı / Tolga Uzun / Lazuri.Com

Lazcayı yok etmenin dayanılmazlığı üzerine

Tolga UZUN*

Lazlar Türkiye’deki uzak köşelerinde güven içinde, evlerindeki özel dilleriyle okul ve iş yerlerinin kamusal dili denge içinde ayrı kalabilirmiş gibi davrandılar. Televizyonun gelmesi ve son yirmi yılda Türkiye ekonomisinin gösterdiği büyük gelişme Lazlara bir seçim yapmanın kaçınılmaz olduğunu gösterdi. Geçmiş edilgen asimilasyonu seçebileceklerini, dil ve kültürlerinin genel Türk taşra örüntüsü içinde yok olacağını gösteriyordu. Buna pişman olabilirlerdi ama onların kaybolma duyguları öznel bir üzüntü olacaktı. Ve gene de, ilk kez Türkiye’nin dışındaki dünyayı bilen birkaç genç için geçerli olsa da, başka bir seçenek daha vardı.[1]

Lazların dilsel asimilasyonlarında tek dilli, tek kültürlü bir millet yaratmayı amaçlayan politikaların önemli bir yeri vardır. Bu politikaların hayata geçirilmesinde Lazlara fiziki yaptırımlar uygulanmaktan ziyade psikolojik faktörlere ağırlık verilmiştir. Bu konuda İldikó Bellér Hann, A.Toumarkine’nin şu görüşünü aktarmaktadır:[2]

Lazcanın kullanımı ve kültürün yaşatılmasını kesecek sıkı tedbirlerin gereksiz olduğunu, çünkü asimilasyon prosesinin her halükarda vuku bulduğunu da ekliyor. Bu münasebetle, Lazların Türkiye’deki azınlık politikasının kurbanı olarak gören Feurstein’in görüşünü aktarır.[3]

1970’lerden itibaren Laz dili ve kültürü üzerinde çalışmaları ile tanınan Alman Halkbilimci Wolfgang Feurstein ise Lazcanın gün geçtikçe unutulma tehlikesine ve bunun psikolojik boyutuna işaret etmektedir:

Bu tehlike ile ilgili iki nedene değinmek istiyorum. Birincisi “Türk diller politikası” diyemiyeceğim. “Türkiye'de hakim belli çevrelerin diller politikası” diyeceğim. İkincisi, “yalnızca Türkçe üzerine kurulu basın yayın araçları” diyeceğim. Bu ikinci neden son on yıllarda azınlık dilleri ile ilgili önemli kayıplara yol açmıştır. Bir de Lazcanın önemsizliği, öğrenilmesinin gereksizliği üzerine yapılan belli bir probagandanın getirdiğ sonuçlar vardır.[4]

Sonuç itibari ile kısmen de olsa bu politikaların başarılı olduğu ve özellikle dilde belli düzeylerde bir asimilasyon sağlandığı söylenebilir.

Lazların dilsel asimilasyonlarında belirleyici faktörlerden biri olarak devlete eklemlenme kaygısı yatmaktadır. Bölgenin merkezden uzaklığı ve arazi yapısının engebeli oluşundan kaynaklı Osmanlı Devletinin bire bir fiili müdahalesinin olduğunu söylemek doğru bir yaklaşım olmayacaktır. Ancak, kıyı kesiminde yaşayanlar, devlete eklemlenebilmenin ön koşulunun ortalama bir Türkçe hakimiyeti gerektirdiğinin bilincindeydiler. En azından böyle bir eklemlenmeyi tercih edenler, bunun gereklerine uygun pozisyon almaya gayret ediyorlardı.

Osmanlı İmparatorluğu’nun son önemlerinde de Lazcaya karşı, özellikle egemen kültür ve sistemle yakın ilişki kurmuş olanlarda anadillerine karşı bir uzaklaşma yaşanıyordu. 1910 senesinde, Lazca üzerine araştırmalar yapmak üzere Türkiye Lazistanı’na gelen Rus dilbilimci Nikolay Marr, seyahat sırasında tanıştığı bir Lazla ilgili hatırasını şöyle anlatmaktadır:

...Arhavili Laz Türkçe konuşuyordu ve görünüşe bakılırsa ana dili Lazcadan (Çhanca) utanıyordu. Lazca (Çhanca) konusunda benimle konuşmasını istediğim zaman, Türkçe kaçamak bir yanıt verdi: Migrelce bilursin, birdir.[5]

1910 senesinde, Arhavili Laz, ana dili Lazcadan utandığı için Rus Dilbilimci ile dahi Türkçe konuşma ihtiyacı duymuştu. Lazcanın kökeni hakkında söyledikleri ile de ana dili hakkında sağlıklı bilgiye sahip olduğunu göstermişti.

Arhavili yine de bana şu bilgiyi verdi: Atina’nın ötesinde yalnızca iki köyde Lazca konuşuluyor, sonrada Rize tarafında Lazca bitiyor. Rize'nin içinde elbette Lazca konuşan Lazlara rastlanıyor. Ama bunlar göçmendir. Ülkenin içinde Lazca ancak yaylalara kadar genişliyor. Denize yakın yerleşim birimlerinden, örneğin Atina'dan ülkenin içlerine doğru dört saatlik bir yolculuktan sonra Lazcanın konuşulduğu en uç noktaya varılıyor.[6]

Cumhuriyetin ilk yıllarında, devletin politikalarını uygulayabileceği, dönüştürücü bir güçten yoksun olması ve bölgenin merkezden uzak oluşu özellikle kültür politikalarının uzun bir dönem etkisiz kalmasına neden oldu. Okullarda Lazcanın kullanılmamasına yönelik gösterilen çabalar da sınırlı, dolaysıyla kitlesel bir dönüşüm için yetersizdi. Ancak, iktisadi bir değişimin gerçekleşmesi ve bölge ekonomisinin ulusal pazara eklemlenmesi merkezin kültür politikalarının etki alanını genişletmiştir.[7]

Lazca kamusal alandan dışlanmaya başlanmıştı ve bu henüz toplumun kendi içinde bir dışlanma duygusu yaratacak güçte değildi. Daha çok özellikle eğitim ve sosyal yaşamda tutunmak isteyenleri etkileyen bir süreç olarak işliyordu. Toplumun bütününü etkileyen kitlesel bir psikoloji halini alması için henüz koşullar olgunlaşmamıştı.

Koşulların olgunlaşması Türk modernleşmesinin de kamusal alana nüfuz etmeye başlaması ile gerçekleşti. 1950-70 döneminde görülen hızlı nüfus artışı ve arazilerin kardeşler arasında paylaşılması istihdam sorunlarını arttırmış bu da genç nüfusu göçe yöneltmiştir. Öte yandan, iktisadi gelişime, Türk modernleşmesine paralel olarak toplumun genelinde değişim istekleri yani modernleşme isteği uyanmıştı

Lazcayı Lazlar nezdinde değersizleştiren en önemli neden Türkçenin modernliğe dair algılanışı ya da Türkiye toplumu içinde sosyal yaşamda var olabilmenin Türkçenin zorunluluğuna dair düşüncedir. Şehirleşebilmek, yani modernleşebilmek, ki bunun somut karşılığı ancak Türkçe üzerinden kurulabilecek bir sosyal yaşama mümkün olabileceği düşünülüyordu.

Bölge genelinde konuşulan Lazca, devletin öngördüğü modernleşme sürecinin dışında, hatta modernleşme çabalarının önünde engel olarak algılanmış ve 1970’li yıllar boyunca modernleşebilmenin ölçütlerinden biri Türkçe konuşmak olarak algılanmıştır. Bu anlayış gereği eğitimli kesim kamusal alanda Türkçe konuşmaya özen gösteriyordu. Lazca köylülüğe ait bir dildi. Lazcanın köylülüğü ifade eden bir dil olarak algılanması ve bireysel gelişmenin önünde bir engel olarak görülmesi, dilin birey ve toplum nezdinde değersizleşmesine neden oluyordu. Öte yandan, okuldaki başarısızlığın faturası da dile çıkarılıyordu. Lazca bilen birinin Türkçe’yi öğrenemeyeceğine, eğitim hayatında başarısız olunacağına, bununda sosyal yaşamda, kariyer edinmede engel teşkil edeceğine inanılıyordu.

Dil asimilasyonunda diğer etkenlerin yanında, geleneksel köy yaşamının insanlar üzerinde bıraktığı olumsuz psikoloji de etkili olmuştur. Dil eskiye ait olanı, gelenekseli, kadın emeği üzerine kurulu ağır yaşam koşullarının simgesel ifadesiydi. Aileler tüm bu sebeplerden dolayı çocuklarıyla Lazca diyalog kurmamaya özen gösteriyorlardı. Lazcanın değersiz bir dil olduğu düşüncesi merkezden çevreye doğru yayılan ve ailelerin ikna olmasıyla sonuçlanan bir süreçtir.

Lazcanın önce kamusal alandan sonra da özel alandan dışlanmasının toplumsal bir boyutu da vardır. Bir Laz için toplum içinde Türkçe konuşmak trajik-komik anılarla doludur. Anadilinden dolayı aşağılanmayan, komik duruma düşürülmeyen ve bir gülmece malzemesi olarak algılanmayan Laz yok gibidir. Linguistik olarak bu kaçınılmaz bir sonuç olmuştur. Çünkü anadili Lazca olan bir bireyin Türkçe’yi aksansız konuşması pek mümkün değildir. Burada, Lazlar Türkçe konuşurken, Laz aksanlarından çok, kamusal alanda yerleşmiş Laz imgesi öne çıkmaktadır.

Ben Lazdım, ana dilim Lazcaydı ve doğaldır ki, Türkçeyi aksanlı konuşuyordum. Bu bir Türk’ün İngilizce’yi kötü konuşması gibi bir şeydi. Ama aksanım yüzünden bana gülüyorlardı. Sokakta, okulda böyleydi bu. Türkçeyi aksansız konuşma çabası, adeta hayatımı ve giderek ailemin hayatını yönlendiren başlıca neden olmuştu. Mağdur olmayalım diye İstanbul’u terk ederek Ardeşen’e dönmüştük örneğin. Sınıfta kalmış, bir yıl kaybetmiştim. Aptal olduğumdan mı? Yoksa tembelliğimden mi? İkisi de değil, ben başka bir dili konuşuyor ve düşünüyordum.[8]

Anadilden kaynaklanan dilsel uyumsuzluk insanların halet-i ruhiyelerini de olumsuz olarak etkilemektedir.

Bu durum bende, onulmaz yaralar açtı. Biliyorum ki pekçok Laz da, daha başka kültürlerin insanları gibi aynı sıkıntıları yaşadı.[9]

Lazların dillerinden dolayı eğitim ve sosyal yaşamlarında karşılaştıkları sorunlar gelecekte onların ana dillerine karşı tutumlarını da belirlemiştir.

Bu süreci, sıkıntıları yaşayanlar, kendileri ebeveyn olduklarında, aynı sıkıntıları çocukları yaşasın istemediler ve ortaya asimile olmuş bir kuşak çıktı. Bunun kültürel çözülmeden başka bir anlamı yoktur. Bugün büyük şehirlerdeki Laz gençlerinin, çocuklarının pek azı Lazca biliyor.[10]

 

Lazların tamamına yakını iki dillidir (bilingual). Yani hem Lazcayı hem de Türkçe’yi bilmektedirler.[11]

Ancak hiç Türkçe bilmeyen ya da günlük konuşma dilini anlasa da Türkçe konuşamayan Laz kadınlarına da rastlamak mümkündür. Genel olarak yaşlı kuşağın Türkçe hakimiyeti yoktur ya da oldukça zayıftır. Erkeklerin büyük bir bölümü ise Türkçe üzerinden gerçekleşen din eğitiminden dolayı Osmanlı döneminde de belli bir Türkçe hakimiyetine sahiptiler. Burada eğitimle birlikte gurbetçiliğin yanı sıra Osmanlı döneminde din eğitiminin Türkçe üzerinden yapılıyor olması tarihsel bir arka plan oluşturmuştur.

1970’li yıllarda Rize’de yayımlanan Kemençe adlı bir dergide Kani Şengül imzası ile yayımlanan Rize’de Dil Sorunu başlıklı makalede Lazca hakkında şu görüş dile getirilmektedir:

... Doğacak yeni kuşak bu dilin zararlarından kolayca kurtarılabilir. Bunun için Milli Eğitim ile aileler işbirliği içinde çalışmaları gerekmektedir. Her aile en az öğretmeni kadar kendi çocuğuyla ilgilense ve ona doğuştan Türkçeyi öğretse sorun zamanla çözümlenir ve çocuklarda bu acayip dilin şerrinden kurtulur.[12]

Günümüzde, özellikle eğitim süreçlerinin dışında kalan, kitle iletişim araçlarından fazla etkilenmeyen ve göç ya da gurbetçilikten dolayı başka kültürlerle etkileşime girmeyen kadınlar, Lazcayı günlük yaşamın her alanında kullanan grubu oluştururlar.

Bugün Laz bölgelerindeki kadınların, çok yaşlı olanlar hariç hepsinin genel bir Türkçe hakimiyeti vardır. Çoğu bunu son zamanlarda, radyo, televizyon gibi ulusal medyadan öğrenmiştir ve Türkçe eğitim almaya başladıkları için Rize’de yaşayanlara ve yakın çevresindekilere göre daha az belirgin bir aksanla konuşmaktadırlar.[13]

Yaşlı kadınların Türkçe konuşma hakimiyeti büyük oranda televizyon üzerinden edinilmiştir. Yaşlı kuşak Laz kadınlarının büyük bir bölümü zorunlu kalmadıkları sürece Türkçe konuşmamaktadırlar.

Köy kadınları kesinlikle çok az formel eğitim gördükleri veya hiç eğitim görmedikleri ve bu yüzden soğuk savaş propagandalarına çok daha az maruz kaldıklarından dolayı, yerel dil ve adetlerin devamlılığını sağlayanlar olarak kabul edilirler.[14]

Buna karşılık yaşlı erkeklerin çoğunda, ağır bir Lazcanın etkisinde dahi olsa belli bir Türkçe hakimiyetleri vardır. Eğitim, askerlik, gurbette kalmış olmak gibi etkenlerin yanı sıra daha çok radyo ve televizyonun etkisinde kalmak beraberinde Türkçeyi kullanmada belli bir hakimiyet kazandırmıştır.

Ancak yirmi yaşın altındakiler için durum daha da farklıdır. Bu grubun Türkçe hakimiyeti diğerlerine göre oldukça yüksektir ve önemli bir bölümünde, Türkçeyi okulda ve televizyonda öğrendikleri için, aksan da görülmez. Bu grubun içinde yer alanların Lazcaları Türkçe’den etkilenmiş ve Lazca hakimiyetleri, gerek kelime hazinesi, gerek akıcılık ve dili doğru kullanma açısından gerilemiştir.

Türkçenin etkisi sadece Lazların çocuklarına Lazca yerine Türkçe öğretmeleri değildir. Bunun ötesinde, eğitim ortamlarından ve Radyo, televizyon gibi kitle iletişim araçları üzerinden Lazcaya Türkçe kelimeler de girmeye başlamıştır.

Yalnız –Türkçe’den giren- kelimelerin türüne dikkat etmemiz gerekir. Televizyon, taksi, resmi daire, belediye gibi kelimeler girmiş. Lazca bir devletin resmi dili olmadığına göre bu dilde böyle kelimeler zaten bulunmaz. Türkiye içinde konuşulduğuna göre bu türden kelimelerin Lazcaya girmesi doğaldır. Bugün Lazca hızla kaybolmak üzere. Lazcayı çok iyi bilen büyükler çocuklarına, torunlarına öğretemiyor. Yüzde yüz öyle değil ama büyük çoğunluğun öyle olduğunu gördüm. Yanılmıyorsam bundan 40-50 sene sonra Lazca unutulmuş bir dil haline gelebilir.[15]

Her şeye rağmen Lazcanın günümüze varlığını sürdürebilmesi kültür politikalarının geç dönemlere kadar bölgede yeterince hayat bulamamasına bağlamak yanlış olmayacaktır. Bu da D. Karadeniz bölgesinin merkezden uzak olması ve arazi yapısının engebeli olmasına bağlı bir durum olmakla birlikte devletin bölgeyi dönüştürecek ekonomik güçten yoksun olmasına bağlamak gerekir. “Bölgenin doğuya doğru olan coğrafi açıklığı, Pazar’ın doğusundan başlamak üzere Lazcanın, Bizans, Osmanlı ve modern Türkiye dönemleri boyunca korunmasına muhtemelen katkıda bulunmuştur.”[16] Öte yandan Osmanlı Devletinin bir İmparatorluk olması sebebiyle ulusal pazar ağına sahip olmayışı ve bu durumun Türkiye Cumhuriyeti döneminde de 1970’lere kadar devam etmesinin katkısı vardır.

* Hopa’da yaşamakta ve Lazcayla ilgili çalışmalar yapmaktadır.



[1] Ascherson, Neal, Karadeniz, Çev. Kudret Emiroğlu, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, Mayıs 2000, s. 256

[2] Beller- İldikó a. g. e.

[3] A. e.

[4] Koçiva, Selma, Halkbilimci Wolfgang Feurstein’la Söyleşi”, OGNİ Skani Nena, Sayı 5, Sifteri Yayıncılık, İstanbul, Temmuz-Ağustos 1994, s. 13.

[5] Marr, a.y., s. 64.

[6] A. y.

[7] Akar, Rıdvan, “Bir Resmi Metinden Planlı Türkleştirme Dönemi”, Birikim Dergisi, Sayı 110, S. 68, İstanbul, Haziran 1998.

[8] Sapan, a. y., s. 98.

[9] A. y.

[10] A. y.

[11] Andrews, a.g.e., s. 251

[12] Koçiva, Selma, “Rize’de Dil Sorunu”, LAZONA: Laz Halk Gerçekliği Üzerine, BDE Druck, Frankfurt/ M. Deutschland,  15 Ağustos 1999, s. 116.

[13] Hann, a. g. e., s. 5

[14] Beller-Hann, a. g. e.

[15] Bucaklişi, a. y., s. 115

[16] Beller- Hann, a. g. e.

   

 
Copyright © 2002-2024 Lazuri.Com | Telif Hakları saklıdır.