FORUM KONUK DEFTERI MOVIE FLASH KLIPLER Lazca Dil Kursu Laz Kültüründe değirmenler - Karmatepe / Cemil Zenuri / Tkvani Nçarelepe ( Lazuri.Com )

  Uyari: Bu sayfada Lazca sözcükler için "Alboni Font"(yazı karakteri) kullanılmıştır. "Windows \ Fonts" dizininde Alboni Font olmayanlar karakterleri yanlış görecektir. Bunun olmaması için Windows\Fonts dizinine [Alboni Font'u buradan yükleyebilirsiniz]. Ayrıntılı bilgi için Lazuri Font ya da LazuriPC sayfamızı okuyunuz.

 

Laz kültüründe

DEĞİRMENLER / KARMAÛEPE

Cemil ZENURİ

Öinüa”[1] değirmenlerde yaşar. Hava kararınca ortaya çıkarlar ve sabah, horozun ilk ötüşüyle ortadan kaybolurlar. Bundan dolayı insanlar hava karardıktan sonra değirmene gitmekten ürkerler. Her an “öinüa”lar taş atılabilir ya da korkutucu bir görünmle insanın karşısına çıkabilir. Lazona’da çok sayıda “öinüa” hikayesi duymak mümkündür. Değirmende “öinüa” gördüğü için delirenler, “öinüa” ile değirmende horon oynayanlar hakkındaki anlatımlar hala canlılığını korumaktadır.

Değirmenler Lazların kültür dünyalarında önemli yeri olan mekanlardır. Mısırın un haline getirilmesinde tek araç olmalarının ötesinde kültürün yeniden üretilme mekanı olarak işlev görmeleri ve kuruldukları kuytu yerler olmalarından dolayı da zaman zaman korku uyandırıp halkın söylence dünyasında mistik bir yer tutmaları yüzünden de Lazların kültür dünyalarında önemli bir yere sahiptirler.

Bir endüstri bitkisi olan çay Lazona’da tarımı yapılmaya başlanmadan evvel iktisadi yaşam mısır tarımı üzerine kuruluydu. Mısır temel besin maddesi olarak en değer verilen bitkiydi. Lazona’da İlkbaharın gelişiyle birlikte bütün tarlalarda mısır ekim faliyetleri başlardı. Yetiştirilen diğer bitkilerse yan tarımsal üretimler durumundaydı. Oldukça meşakkatlı bir süreçten sonra mısır hasadı yapılır, çevreleyen dış yapraklarından temizlendikten sonra koçanların birbirlerine bağlanmasıyla bağlar yapılarak serenderlere kuruması için asılırdı. Tabiki mısır bu aşamaya getirilene dek çok sayıda aşamadan geçerdi ki herbir aşama Laz kültürü açısından başlı başına üzerinde durulması gerekir.

İşte yavaş yavaş değirmenle tanışmaya, onunla zaman geçirmeye başlayabiliriz.

Bizim bahsettiğimiz değirmenlerin Lazcası “karmaûe ya da mskibu”dur. Bunlar su değirmenidirler. Mısır öğütmek için kullanılırlar. Belki daha önceleri buğday (mdiüa) öğütmede de kullanılıyorlardı ancak bizim hatırladığımız zamanlarda ve bize ulaşan anlatımlarda buğday bu işin içinde yer almamaktadır.

Değirmenler Lazcada “süuri” olarak adlandırılan dere kenarlarındaki kuytu yerlerde kurulurlar. Bu derelerin herşeyden önce o ağır taşları döndürecek güçte suya sahip olmaları gerekir. Değirmenlerin etrafları dere kenar ya da içlerinde kurulu oldukları için insan yaşamına mekanlık eden yapılar bulunmaz. Genellikle ağaçlık ve tenha yerlerdir. İnsan sesinden çok, bir süre sonra insanı rahatsız etmeye başlayan derenin sesiyle birlikte suyla dönen çarkın ritmik sesi, hızla dönen ağır değirmen taşının yine altındaki taşa sürtünmesinden çıkan yoğun melodik gürültü hakimdir her tarafa. İnsanların konuşması ağır ve zor duyulur. Aynı anda çarkın, taşın ve suyun çıkardığı üçlü ses adeta doğal bir orkestra oluşturur. Kuş sesleri ve zor duyulan insan sesleri ancak arka sesler olarak bu üçlüye eşlik edebilir. Değirmenler bir köyün ya da köy grubunun ortak mülkünde olabileceği gibi sadece bir aileye ait şahıs malı değirmenler de bulunmaktaydı. 

Yarım metre genişliğindeki bir arkla derenin suyu oluğa (ğurni) kadar gelir. Oluk bir bayır üzerine kuruludur. Uzunlukları değişmekle birlikte beş metrenin altında değildir çoğunlukla. İç çapları kırk santim kadar olabilir. Suyun çıktığı noktada beş santim çapında yuvarlak “sôina” denen odundan yapılmış bir huni bulunur. Yukarıdan basınç yapan su “sôina”da sıkışarak daha güçlü bir basınçla çarka çarpar ve çarkı hızla döndürür. Çarkın ortasından değirmeninin içine uzanan demir ya da ahşap direğin ucunda işte o öğütücü taş vardır. Değirmen taşı (Karmaûe kva) adı verielen bu taşın çapı yarım metre kadardır. Altında yine düz ve yuvarlak sabit bir taş bulunur ki mısır taneleri bu iki taşın arasında sıkışarak öğütülür ve un dışarı atılır.

Değirmen taşı on santimlik bir kalınlıktan sonra dairesel yapısı bozulmadan daralır ve yaklaşık on santime kadar incelir. En tepede mısırın döküldüğü delik yer alır.

“Moconi” ya da “maydoni” adı verilen, mısırın aniden dökülmesini engelleyecek şekilde piramit gibi aşağıya doğru daralan ahşap kap tam değirmen taşının üzerinde yer alır. Mısır buraya dökülür. Piramidin daraldığı alt noktada “üaiüa” adı verilen, kayığa benzeyen, otuz santim uzunluğunda, on santim genişliğinde, uç kısmı değirmen taşı genişliği kadar daralan üstü açık ahşap bir kutu vardır. “üaiüa”nın ucu tanelerin biranda dökülmesini engelleyecek şekilde hafif yukarıya kalkıktır. Taşa dökülecek taneler burada birikir. “üaiüa”ya bağlı olan ve dönen taşa değen “ûoüûoüoro” taşın hareketini buraya aktararak titreşim yaratır ve azar azar tanelerin değirmen taşına dökülmesini sağlar.

Üaiüa” bir iple üstündeki moconiye bağlıdır. İpin ucunda irice bir taş bulunur. Üaiüa’nın deliğe yakınlığı bu taşla dengelenir.

Ayrıca öğütülen unun kalınlığını ayarlamakta kullanılan “Edanâaşe” denen mekanizma, dönen kısmın yüzeydeki taşla arasında kalan mesafeyi ayarlayarak unun istenen irilikte öğütülmesini sağlar. 

Öğütülen un değirmen taşının etrafını çevreleyen alana dökülür.

Değirmende fazlaca geniş olmayan bir ya da iki pencere vardır. Pencereler fare girmemesi için muhafazalı olmak zorundadır. Aynı şey kapı için de geçerlidir. Ama herhalükarda değirmende fare bulunur ve iyi beslendikleri için olsa gerek bayağı da irice olurlar.

Bazı değirmenlerde, içeride ya da girişte bir şömine de bulunur. Burası daha çok kışın ateş yakıp ısınmak içindir. İnsanlar mısır öğütme sırasına girdikten sonra epeyce orada beklemeleri gerekir. Bu arada ateş yakılarak ısınılır. Hemen belirtelim bir değirmenin büyüklüğü beş-altı metrekare civarında olur. Yani içeride çok sayıda insanı aynı anda barındıramazlar.

Değirmenin boş kaldığı zamanlarda suyu kesmek üzere arkın (xerüi) uygun bir yerinde “Celağobaşe” bulunur. “Celağobaşe” ile su değirmene verilir ya da kesilerek yönü dereye  çevrilir. 

DEĞİRMEN USTALARI

Değirmenlerin yapılışları ayrıca farklı bir zanaat olarak karşımıza çıkar. Bundan elli yıl önce ana besin olarak mısır ekmeğininin tüketildiği bilgisinden yola çıkarak, değirmenlerin ve dolaysiyla  değirmen ustalarının ne derece önemli olduğunu anlayabiliriz. Neredeyse bir kilometre uzunluktaki bir ırmağın üzerinde çok sayıda değirmen bulunurdu. Bu değirmenlerin inşası kadar bakımı da ustalık ve uzmanlık gerektiren bir işti.

Nedir ustalık gerektiren şey? Elbeteki oluğundan, çarkına kadar her kısım için ustalık gerekmektedir. Ancak asıl uzmanlık gerektiren şey, değirmen taşı ile altındaki taş arasındaki uyumdur. Hareketli öğütücü taş, öyle bir oyulmalıdır ki üzerine oturduğu sabit taşla uyum sağlasın. Aksi halde un istenildiği gibi öğütülemez. Birazı kalın birazı ince olur. Ve hareketli taşa uygun bir şekil vermek başlı başına taş oyma sanatı içine girebilecek estetik bir anlayış ve el yeteneği gerektirir.

Bundan dolayı elli yıl kadar önce, hatta son yirmi yıla kadar değirmen ustalarının toplum içinde az bulunur meslek erbabı olarak değer bulurlardı. Lazların iktisadi yaşamında, toplumsal iş bölümünde değirmen ustalığı kolayca anlaşılacağı üzere bir meslek dalı olarak karşımıza çıkmaktadır.

UN ÖĞÜTME

Sonbaharda mısır hasadının yapılmaya başlanması demek artık bir önceki yıla ait ürünün bittiği ya da bitmek üzere olduğu anlamına da gelir. Bu durumda Lazlar yeni ürünün tam kurumasını beklemeden ya da ateş üzerine arasak çabucak kurutur, yeni hasadı değirmene götürürlerdi. Henüz tam kurmamış mısırdan elde edilen bu una “yeni” (ağanişi) adı verilirdi. Lazona’da  eldeki mısır hasadı bir anda değirmene götürülüp öğütülmez, azar azar mısırlar öğütülürdü. Bunun nedeni mısırların daha da kurumasını beklemek ya da bir anda öğütecek kadar zamanın olmamasıydı.

Lazlar çuvalladıkları mısırlarını değirmene götürdüklerinde genellikle günümüz tabiriyle kuyrukla karşılaşırlardı. Yani sıranın kendilerine gelmesi için beklemek analamına geliyordu. Herkes mısır çuvallarını ardarda sıraya dizer öğütme sırasının kendilerine gelmesini beklerdi. Genellikle sıra beklememek için de değirmene gece yarısından sonra, tan yeri ağarmadan değirmene gidilirdi.

SOSYAL VE KÜLTÜREL MEKANLAR OLARAK DEĞİRMENLER

Değirmene en çok gidenler kadınlardı. Hatta üretim sürecinde aktif yer alamayan yaşlı kadınlar ve az da olsa erkekler bu iş için oldukça uygundular. Tabi ki, kadınlar ve genç kızlar da değirmenlerin sürekli müdavimleri arasında olurlardı. İşte sosyal bir mekan olarak değirmenler bu noktada işlev görmeye başlarlar. Aynı ya da yakın köylerden değirmenlerde biraraya gelen kadınlar buralarda yakın ilişkiye girerler, birbirlerini daha yakından tanıma fırsatı bulurlar, dertlerini, sorunlarını, meramlarını burada açarlar, kültürel alışveriş yoğunlaşırdı böylece.

Değirmenin şöminesinde ateş yakılır. Sohbetler gün boyu devam ederdi. Dedikodu yapılır, kimi insanlar çekiştirilir. Oyunlar oynanır. Şarkılar söylenir, masallar anlatılır, bilmeceler sorulurdu. Velhasıl kültüre dair birçok değer hayat bulurdu kadınlar dünyasında. Böylece kültür hem yenilenir, hem yeniden üretilir, hemde gençlere aktarılarak geleceğe taşınırdı.

Unutmamak gerekir ki Laz dili ve kültürünün en önemli taşıyıcıları kadınlardır ve değirmenler farklı köylerden kadınların biraraya gelebildikleri nadir mekanlardan biridir.

Kadınların bu derece yoğun bulunduğu ortamlar doğal olarak genç kızların da gözlendiği, gelin adaylarının belirlendiği mekanlardır aynı zamanda. Bu yüzden değirmene giden genç kızlar bunun bilincinde olarak evliliğe hazır bir genç kızın yapması gerektiği gibi ağır davranırlar yani ağır başlılıklarını gösterir, gelin olmaya aday olduklarını kaynana adaylarına gösterirler, bunu ispat etmeye çalışırlardı.

Laz kültüründe değirmenle ilgili çok sayıda söylence, anı, şarkı, şiir, söz, deyim, atasözü bulunur.

Karmaûeşi kvalepe

Koüoxedes dalepe

Kva muntxi do doûaxi

Ubaşi makvalepe

DEĞİRMENLE İLGİLİ BAZI İNANIŞLAR

Değirmenler bulundukları ortamlar ve bu ortamların atmosferlerinden dolayı halk inanışlarında, söylencelerde önemli bir yere sahiptirler.

Herşeyden önce kuytu yerlerde kurulu olmaları, çarkın, taşın ve derenin çıkardığı seslerden olsa gerek insanlar arasında ürkütücü bulunurlar. Tenha ve terkedilmiş bir havaları vardır değirmenlerin. Bu da insanları korkutur.

Ancak bundan dolayı mı korkutucudurlar yoksa korkutucu şeylerin çok anlatılmasından dolayı mı bilinmez;  korkulur ve anlatılır, anlatıldıkça abartılır, anlatımlar abartıldıkça korkular artar ve korkular arttıkça yeni ve daha korkutucu şeyler anlatılır.

Öinüa” değirmenlerde yaşarlar. Gün kararınca ortaya çıkarlar ve sabah horozun ilk ötüşüyle birlikte ortadan kaybolurlar. Bundan dolayı insanlar hava karardıktan sonra değirmene gitmekten, en azından yalnız gitmekten imtina ederler. Karanlıkta değirmenin yanından geçmek de tercih edilen bir şey değildir. Her an taş atılabilir ya da “öinüa” korkutucu bir görünmle insanın karşısına çıkabilir. Lazona’nın köylerinde bu konuda çok sayıda hikaye duymak mümkündür. Değirmende “öinüa” gördüğü için delirenler, “öinüa” ile değirmende horon oynayanlar, sohbet edenler ve daha bir çok konuda anlatımlar hala belleklerde ki canlılığını korumaktadır.

Değirmen çarkına şayet bir insanın saç kılı bağlanırsa çarkın dönüşü ile birlikte o insan delirir. Bu şekilde delirenlerden de bahsedilmekle birlikte gerçek nedenin ne olduğu pek bilinemez.

A üoçi, seris oxorişe mulurûuşa gzas maüarepe nages. Maüarepek “Amseri Fanteşi öanda miğuran, si-ti şüuni şüala moxti ya do vixoronat” ya. üoçik “Mefûa-na mefûa” ya do hanis keüvanûalu. Mteli maüarepe öinüa orû ama ham üoçik var ognu dorûu.

İgzales a karmaûeşe do kogyoöües oxoronus. “Vu éa” ixoronams üoçik öinüape şüala. İxorones ixorones do üoçi upite diwerwelu, diğvaru. Hak mu iyen ya do hek hak oéadus kogyoöüu. Ar-ti éadu-çi mu âiras, maüarepeşi üuçxepe golanikteri; üitepe üaôula tere, üui ogi tere. üoçik koxowonu hani öinüa renan ya do. İduşunu, “mu ôa da ma hanişe pçita” ya. E-do, “Nana şüimik oxoris ma miyondrams, a vida do kobâira “ ya uwu do öinüapeşi xepeşe doçitu.

 

Not: Yazarın ya da Lazuri.com’un izni olmadan bu yazı bir başka internet sitesinde ya da basılı yayın organında yayı(n)mlanamaz.


[1] öinüa: uzun suratlı, ayakları ters yani topuk önde parmaklar arkada, ince yapılı ve uzun boylu yaratıklardır. Irmaklarda, büyük taşların arasındaki mağaralarda yaşarlar. Akşamları değirmenlerde ve cıvarlarında ortaya çıkarlar. İnsan görünümündedirler. İlk bakışta “öinüa” oldukları anlaşılamaz. İnsana taş atarlar ancak bu taşa insanlara değmez. şayet yanlışlıkla onlarla konuşulursa insanı kandırırlar ve kendi yaşadıkları o taşların arasına, mağaralara götürürler ve orada boğarlar. En iyi ihtimalle bir insan konuştuğu varlığın “öinüa” olduğunu anlarsa o kişi çarpılır (Eliôardalen), korkudan ölebilir ki peri, insanın kendini tanıdığını anlarsa onu hemen öldürür. Ancak bu anlatım köyden köye farklılıklar gösterebilmektedir.

   

 
Copyright © 2002-2020 Lazuri.Com | Telif Hakları saklıdır.