
Faiki
çili’nin ağıt günü
Sabah erkenden
Sarena kapımızdaydı.
’Faiüi
çili doğuru’ ‘Faik’in hanımı öldü dedi.
Didinana bağırarak ağlamaya başladı.
Hemen
beni yanına katıp Henife Xala’nın evine doğru
yola koyuldu.
Henife
Xala Faiüi
çilinin eltisiydi.
Yalnız yaşardı. Kızı
Emine abla Rize’de otururdu.
Herkes
Henife xala’nın evine doldu.
Sabah erkenden kara haber duyulmuştu.
Faiüi
çili bir trafik kazasına kurban gitmişti.
Cenazeyi İstanbul’dan getirmediler.
Yinede bir bagara(ağıt günü) yapılacaktı.
Kısa bir sürede kadınlar toplandı.
Aişe Xala ağıt
yakmaya başladı.
Arada Güler abla da katılıyordu.
Uzun bir süre ağlaşır kadınlar.
Erkekler kapıda avluda
dururlar.
Sessizce izlerler ağıt gününü. Erkekler
ağlamaz.
Faiüi
çili çok güzel sesi olan bir kadındı.
Düğünlerde
şenliklerde en başta mâni
söylerdi.
Onun
bir özelliğide çocukları çok sevmesiydi.
Bir
kedi gibi okşardi çocukları. Çok üzülmüştüm. En
çok da kızı Muzeyyen ablayı merak ediyordum.
Ağıt
günleri Lazlarda
geleneksel törenlerdir.
Acıyı
paylaşma ön
plândadır.
Faiüi
çili tüm Xalikanalı ve Xoüvatili
kadınları acıya boğdu.
Onun
gurbetten getirilemeyen cenazesine rağmen ağıtlar
yakıldı.
O
ise İstanbula gömüldü.
Eskiden
cenazeler köye getirilirdi.
Yeni
yeni İstanbul’a gömmeye başladılar.
Eskiden
cenaze olunca sessizce köye sabah erkenden getirilirdi.
Acı
haber sabah erkenden etrafa yayılırdı.
Böyle yapılırdı
eskiden. Şimdi İstanbul’a yerleşik olmaya başladılar
bizimkiler.
Faiüi
çili’nin ölümü beni iyice hüzüne boğdu.
Köyde
bu acı yaşanmışken nasıl çekip gidecektim.
Bir
daha düğünde,
bayramda,
ağlamada
insanlarımızın arasında olmayacaktım.
Kadınlar
evin ortasına doluşmuşken, biz gençkızlar sobanın
arkasına dizilmiş sessizce izliyorduk.
Gelecek
kuşaklar bu ağıtları söyleyecekler miydi?
Yoksa ağıtlarımız da git gide azalacak mıydı?
Tüm yaşadıklarım
bir film şeridi gibi gözümden geçiyordu.
Burası
ayrı bir dünyaydı.
İstanbul’daki
yaşamımız başkaydı.
Bu
ağıtlar ile büyüttü Didinana’lar bizi. Gelecekte
aynı ağıtları yakalım diye yanlarında
götürdüler ağıt günlerine.
Oysa biz yaşamı
toz pembe görüyorduk hâlâ.
Sesimizde
yalnızca türkülerimiz vardı.
Kuşak
değiştikçe ağıt yakma geleneği bize de
ulaşacak.
Şimdi
annelerimizin yerinde biz oturduğumuzda bize düşecek obgaru(
ağlamak).
Pür
dikkat dinliyorduk.
Söylenen
her sözü kaydederek.
Faiüi
çili’nin ölümü
köyü yasa boğmuştu.
Bir
kaç gün havalar kapalıydı.
Köyün
eteklerini sis sarmıştı. Bu
gizemli köyde yas tutmakda bir başka anlam kazanıyordu.
Didinana ağıt
gününde sessizdi.
Oysa
iş yaparken hiç durmazdı.
Söylerdi
kendince.
Sesi
hala kulaklarımda en çok da ölen kardeşine söylerdi.
Didinana’nın
ağıtları ile büyüdüğüm için şanslıydım.
Bu
ses ve bu ağıtlar duyarlı yapardı insanı.
Yaşama
karşı duyarlı insana karşı hassas.
İstanbul
da da ölüm anında aynı gelenekler yaşatılırdı.
Yine
evlerde toplanılır dertleşilir ağlaşılır.
Bu
açıdan göç bir şey değiştirmemiştir.
Ağıtlarımız
atalarımızdan bize kalan emanetlerdi.
Yüreğimde
Lazca
ağıtlar gömülü gidecektim.
Bunun
ağırlığı nasıl taşınırdı
bilemiyorum.
Faiüi
çili’nin bgarasında içim bir başka doldu. Sanki bütün
köyün kadınları bana ağlıyorlardı. Benim
gidip gurbette yok oluşumu önceden görüyorlardı.
Ben giderim Almanya’ya
- Babam arkamda
- Annem ağlıyor
- Pencere başında
-
- Öaxirak’ani
tepesini
- Yarın
aşacağım
- Ben giderim
Almanya’ya
- Bir daha dönmeyeceğım
Bir daha gelemeyecek
miydim Lazona’ya.
Bu
şarkıları bana yakarken beni korkutup kararımdan
dönmemi mi istiyorlardı?
Oysa
kurşun fırlamıştı namludan.
Gidecektim.
Dağarcığımda
bir sessiz halkın kültürü okyanuslara açılan bir yelkenli
kadar savunmasızdım.
Bilmiyorum
bu kadar büyük rizikoya sokan neydi beni?
İstanbula
sürüklenen yaşamım mıydı?
78 ‘de düşen yoldaşların
acısı mıydı? Yoksa yine Memeti yitirme olgusu
muydu?
Neydi bilmiyordum.
Faiüi
çili fiziksel olarak aramızdan ayrılıyordu.
Benim
gidişim ruhsal olarak kaybolmaya meyilliydi.Tüm
ağıtları bana söyleniyormuş gibi algılayıp
hafızama kaydettim.
Dutxe’de
başlayan yaşamım bir serüvene dönüşüyordu.
Didinana’nın
sevgisi olmasaydı arkama bile dönüp bakmazdım.
Ama
o güçlü kadını geride bırakıp Avrupa’ya
uzanmak çok zordu.
Köklerimi
tutan toprak gibiydi varlığı. Beni
besleyen ırmaktı o yaşlı kadın.
Bense uçarı
bir kelebek gibi sabırsızdım.
Daldan
dala konacak yaşamı tanımaya çalışan
genç bir devrimci kızdım.
Didinana
durgun bir gölün derinliğinde,
ben
yavaşça akan, sonra hızlanıp çağlayan
Dutxe ırmağı gibiydim.
İkimiz
bir bütündük.
Ulaştığımız
deniz aynıydı.
Doğayı
Didinana’nın gözleri ile görüp sevdim.
Toprağın
kokusunu kuş cıvıltılarını yaprak
hışırtısını farketmeyi o mu öğretmişti
bana.
Yaz
aylarında bağu nun(ambar) balkonuna uzanıp etraftaki
sıradağları
gözlemlemek en sevdiğim uğraştı.
Dağların
yüceliğinde bulurdum kendimi.
İsinalara
ve Dutxe’ye sis çöktüğünde gölge düşerdi düşlerime.
Gizem sarardı beni.
Yağmurunda
ıslanmayı bile ayrı seviyorum Lazona’nın.Yağmurunda
sırılsıklım ıslanmak sonra açık
ateşte ısınıp kurumak.
Bu
yaşam kesitinde doğayı sevdim insanı sever
gibi.
El
yordamıyla Didinana rehberimdi.
’Ellerin
ellerime benziyor’
’Xepe
şüimi
meginças’ derken yaşamı
bana nasıl öğrettiğinin bilincindeydi.
‘Néaşa
extare’ derdi bazan. Sevincinin ifadesiydi.
’Göklere
çıkasın’
Gökleri
bana bağışlayacak kadar seviyor muydu beni?
Bense
ona tüm sevgiyi verecek kadar bağlıydım.
Onun
yanında nana gölgede kalıyordu.
Nana
çok çalıştığı için bana zaman ayıramıyordu.
Onun
boşluğunu Didinana dolduruyordu.
Bir
kez nanaya sormuşum ‘wulu
borûişa so
orti’ ‘küçükken sen nerdeydin’ diye.
’Süani
şüala
borûi’
‘seninleydim’
demişti.Bense
hep Didinana‘yı hatırlarım çocukluğumu düşününce.
Didinana kişiliği
ile bana yaşamda gölge mi olacaktı?
Yoksa
benim koruyucu meleğim miydi?
Bazan beni baskı altında tutuyordu kişiliği..
Yinede bu
ağıt gününde toparladım kendimi.
Gözyaşlarım
içime, yüreğime doğru aktı.
Kimse
görmedi.
Bu
bgara da bir ayrılma anıydı köyden.
Uzun yıllar aynı
anı yaşayamayacaktım.
Düğünde,
bayramda,
bgarada birlikte olamayacaktım
insanlarımla.
Didinana’nin kedisi
olamayacaktım. Didinanaşi
üaûu
va biyaûu!
Bulora( Haziran) 2000, Almanya.
Selma
Koçiva
E-Mail: kocivasel@lazuri.com
|